Filipinlerde son olarak Unesco dünya listesine girmiş olan 2000 yıllık pirinç tarlalarını görmek istiyordum. Manilaya dönünce otobüs firmalarına yakın Bgc hostele yerleştim. Büyük çantamı hostele bıraktım yanıma küçük çantamı aldım. Banaue ye giden otobüs firmaları florida ve hayabusa. Her firmanın kendi durağı var ama bu ikisi zaten çok yakın. Hostelede yürüme mesafesinde. Yolculuk 10 saat sürer dediler ama trafik yol çalışması kamyon kazası vs derken 15 saat sürdü. Otobüs sadece gece var, o da 4 sefer. Ben 21:00 olana yer buldum diğerlerinde yer kalmamış.
Otobüste yarısı yerel halk yarısı gezginler şeklinde dağıldık. Yol çok kötü değildi genelde uyudum. Tabiki ihtiyaç molaları oldu. Devrilen kamyon yüzünden bir yerde 3 saat kadar durduk. Tabi hemen kaynaştık, Amerika’dan gelen çocuk çok gezmiş en çok o konuştu biz dinledik, 2 Alman çocuk ve 1 Fransız amca. Amcaya el Nido ve coron için tavsiyeler verdim. Artık tavsiye verecek moda girdim.
Yolun son 3 saati çok güzeldi çünkü manzara inanılmazdı. Sağa sola öne bakmaktan başım döndü. Öne oturup video çekmek istedim ama yanımda yerel bir teyze vardı çıkamadım. Sonra da öne başka çocuk geldi. Bu çocuk bize tur satmaya çalışacakmış meğerse.
Bilet kontrolü ve kalacağımız yeri sordu hepimize. İnince otobüs durağında bir masa var oraya deftere adını vs yazıp 50 peso geldim vergisi veriyorsun. Doğal hayatı korumak içinmiş tamam dedik pul aldık karşılığında.
Sonra otobüsteki çocuk bizi bir restorana götürdü, herkese tur ve kalacak yer satmaya çalıştı. Çoğu kişi aldı ben almak istemedim. Okuduklarımdan tura gerek olmadığını duymuştum. Sadece batad da kalacağım yere ulaşım istedim anlaştık.
Burada Banaue ve batad olmak üzere 2 güzel pirinç tarlası var. Ben batad da kalır son gün banaue gezerim diye düşündüm. Şimdi batad da otelde yağmur yağarken bu yazıyı yazıyorum telefonda. Çok yağmur var şansıma.
Batada ulaşım için motosiklete bindik 2 kişi döne döne yarım saatte geldik, eleman 1,5 saat sürer demişti. Yol baya düzgün hava güzel olsa yürünür bile. Bir yerde yol bitiyor ve dağ yolundan yürüyüp batad kasabasına vardım. Yol taşlardan ve bazen betondan yani yürümesi kolay. Otele geldim balkon manzaradası tamda pirinç tarlasına bakıyor muhteşem. Burada yemek yedik, kahve içtik, sohbet ettik. 2 gün burdayım nasıl olsa keyfini çıkartayım.
Otel çok küçük benden başka bir Fransız çift vardı. Lisa 19 yaşında üniversite öncesi annesine ben 1 sene gezeceğim demiş. Erkek arkadaşı 21 yaşında o da mezun olmuş işe başlamadan 1 sene gezeyim demiş. Bangkok’tan gelmişler hemen bende orayla ilgili tüyolar aldım. Onlara el Nido tüyoları verdim.
Otelde fransız çiftin rehberi çocuk üniversite öğrencisiydi. Rehberler bazen çakal ama genelde öğrenciler. Burada harçlık çıkartıyorlar. İnşaat mühendisliği okuyormuş çok kibar çocuk bana etrafı anlattı kendim gezeceğim deyince. Bende mühendis olarak ona tavsiyeler verdim, İstanbul’a davet ettim. Bugün Fransız çift ve bu rehber ayrıldı bende yağmurun durmasını beklerken blog yazayım dedim.
Ortam bizim karadeniz yayları gibi ama manazara maça piçu gibi. Tarlaların yanlarında minik yollar var yürümek için. En tepeye kadar giden merdiven var. Aralarda evler izleme yerleri restoranlar konaklama yerleri var. Tabiki köpek ve tavuklar yine burada da var. Otelde yemek var, duş ve elektrik var. Burada telefon çekmiyor, internet yok.
İnsanlar çok kibar ve turistlere alışıklar, çünkü her yer turist ama kalabalık değil. Alan aslında çok büyük ve ulaşım sadece yürüyerek. Köyde tepede ilk okul var, manzarası böyle bir okul görmedim hayatımda inanılmaz güzel.
Yağmur durunca hemen dışarı çıktım ve terasın içinde dolaşmak istedim. Batad pirinç terası gözlem yeri tam kaldığım otelin karşı dağında. Köy ise tam vadinin ortasında. Masal diyarı gibi bir ortam. Köye doğru inen yol görünüyor ama evlerin içinden geçiyor bazen ayrılıyor. Köye doğru inmeye başladım taşlar kaygan ve çok dik bir yokuş şeklinde.
Aşağı inince sarı ceketli bir kız çocuğu geldi. Fotoğraf çekmek için durdukça o da durdu yanımda. Burada çocuklar bile İngilizce biliyor. Köye nasıl giderim diye sordum, kendi dilinde bir şeyler söyledi, baktım İngilizce bilmiyor bende Türkçe konuşmaya başladım, gülmeye başladı. Hadi az ileri git senide çekeyim dedim el işareti ile koşmaya başladı. O küçücük kaygan taşların üzerinde ben zar zor yürürken küçük kız parmak arası terlikle patır patır koştu köye doğru. Bende fotoğrafını çektim. En sevdiğim pozlardan birisi oldu. Sonra köyün girişinde beni bekledi ve yolu gösterdi orada ayrıldık.
Köyün içi çok güzel evler biribirine bitişik, yaşlılar ve çocuklar var. Bir de herkesin köpeği ve tavuğu var. Köyün içinden geçip yukarı asıl yere izleme noktasına tırmanmaya başladım. İnanılmaz dik, küçücük taşlardan merdiven ve hemen yanında su akıyor. Ortam manzara sesler kokular inanılmaz güzel. Machu Picchu, Hobbit köyü, Miyazaki köyü hepsinden var. Tepeye çıkınca ter içinde kaldım ama manzara tabiki son noktada artık. Burada oturup dinlenme ve fotoğraf çekme zamanı. Herkes dinlenip iniyor ama ben biraz oturdum vaktim var nasıl olsa. Gelenler ile kısa sohbet ettik fotoğraflarını çektim. Sonra 4 İspanyol çocuk geldi, bende en uçta duran tahtaya oturup bu pozu verdim. Sanki uçuyormuşsun gibi ama gerçekten öyle. Ayaklarının altında teras. Sonra hepsi aynı pozda fotoğraf çektiler.
Tepeden inmek daha zor çünkü inerken aşağıyı görüyorsun. Dik kaygan taşlarda çok yavaş indim. Zaten kırık bacağım yeni iyileşti dikkat etmem lazım.
Aşağı ininde köye gelmeden yine manzarası şahane bir bakkal var. Orada mola verip yanındaki yoldan şelaleye indim. Bu yol topraktan ve çok dik, inişi kolaydı ama çıkarken öldüm resmen. Yalnız değer çünkü şelale çok büyük ve çok güzel. Sabah yağan yağmur ile de iyice coşmuş. Gelenler genelde yüzüyor ama ben girmedim.
En son köy içinden geçip biraz daha fotoğraf çekip otele döndüm. Burada dolaşmak öyle yazı ile anlatılacak bir şey değil. Gelmek ve yaşamak lazım. O kadar çok fotoğraf çekmişimki telefon hafızası doldu, makinanın tüm pili bitti.
Çok şanslıymışım ama dünkü rehber çocuk tam ekim zamanına geldin bu kadar yeşil olmazdı yoksa dedi. Banaue mesela yeni ekiliyormuş ve çok yeşil bir görüntüsü yokmuş.
Ter içinde kalınca duş alayım dedim, duş ve tuvalet dışarıda tabiki. Yanında bir köy evi var. Eski usul sadece ağaçtan yapılmış. İki kız kalıyordu, sahibi bunlara kiraya vermiş. Onlardan şampuan ödün aldım ve evin içine bakmak istedim. İçini çok şirin dekore etmişler ve tabiki her şey bambu. Dağ taş her yer bambu zaten.
Batad da 2. gece yeni bir çift geldi. Manilada yaşayan bir kız ve arkadaşı Avustralyalı çocuk. Kız nişanlısından ayrılmış gezmeye karar vermiş, çocuk zaten gezgin. İstanbul’da 4 ay kalmış hostelde çalışmış. Bir sürü yemeğimizi biliyor çok sevmiş İstanbul’u. Tam hippilik tipi var ama aslında kibar ve komik birisi, o da makine mühendisi olarak başlamış sonra elektrik mühendisi olmuş ama şu an çalışmıyor sadece geziyor.
Ertesi gün sabah erkenden Banaue kasabasına geldim. Batad dan sabah kalkan jeepney varmış ve en ucuzu oymuş. Dönüş biletini almadım hem onu alayım gemde banaue yani asıl meşhur olan terası gezmedim. Kasaba sanırım zamanla çok büyümüş Batad köy, banaue ise büyük bir kasaba gibi, her şey var. İnternet dahil.
Banaue terasını izleme noktasına yürüyeyim dedim ama sıcak ve çok dik bir yol ve yaşlanıyorum artık, yolda motora dur beni al dedim. Gidiş dönüş anlaştık fotoğraf çekip döneyim dedim. İyiki öyle yapmışım gerçektende Batad dan sonra çok güzel gelmedi. Yinede 2000 yıllık olan asıl meşhur Banaue Pirinç terası burası. Çok daha büyük ve çok daha eski görünüyor.
Dönüşte motorcu çocuk müze var ona da gir istersen dedi tamam dedim yolda indim. Müze tepede 2 katlı bir ev aslında. Zaten gittiğimde kimse yoktu, bir kadın ve küçük kızı kapıyı açtı, müze dedim, tek misin dedi evet dedim. Parayı verip girdik müzeye. Küçük kız 4 yaşında falan ve İngilizce konuşuyor. Bana müzeyi gezdirdi, biraz fotoğraf çekip çıktım. Müzede çok bir şey yok ama eski fotoğraflar, eski kabile insanları ilginç.
Batad ve Banaue den yine çok güzel anılarla ayrılıyorum. İyiki gelmişim dedim. Etrafta daha bir sürü mağara, şelale, başka teraslar vs var ama ben bu kadarından bile çok keyif aldım. Yarın gece Bangkok biletim var o yüzden dönmem lazım artık.
Otobüs bu sefer 10 saatte geldi Manila’ya. Sabah 5 de indik. Hostele gittim güvenlik dışında kimse yok. Neyseki iyi bir çocuk çıktı resepsiyon 7 de gelecek gel içeride uyursun dedi kapıyı açtı. Nasıl sevindim çünkü yol çok yordu.
Bu yazı ile Filipinler macerası da bitmiş oldu. Yarın yeni bir ülke ile yola devam, Tayland.
Hoşçakal Filipinler.